Hindistan’dan yeni döndüm. Yıllar evvel 2000 senesinde henüz yoga hayatımda yeni yeni filizlenmeye başlamışken, Asthanga Yoga yapmaya, Mysore’a Pattabhi Jois ile çalışmaya gitmiştim. O zaman ki toyluğum, naifliğim ve cahilliğim ile, Hindistan’a ayak basar bazmaz, kendime söylediğim bir cümle olmuştu. “Mey, sakın karşılaştırma yapma, yapsan bile alışkanlıkların içinde, yaptığının bilinçinde ol, sadece gözlemlemeye çalış, ve anlamaya bile çalişma, sadece yaşa”. Aslında yogayı, farkında olmadan mat üzerindeki yoga anlayışını, günlük tavrıma taşımıştım. Ve yıllar sonra, sevgili yoga öğrencim Selda Yaran’ın teşviki ile, Hindistan yolları yine bana gözüktü. Bu sefer Kuzey Hindistan’da belirlediğimiz bir rota içinde dolu dolu gezicektik. 21 gün içine sığdırmaya çalıştığımız 6 şehir vardı. Rishikesh, Amritsar, Dharamsala, Varanasi, Yeni Delhi ve Goa. Bu kadar çok şehri sığdırmak bir çılgınlık, ama o çılgınlığı içine girmeden bazen insan kavrayamıyor. Ve iyi ki de bu çılgınlığı yapmışız.
Bir cümle kulağımda çınlıyor. Hindistan anlatılmaz, yaşanır. Aslında bu herşey için geçerli değil mi? Ama yine de paylaşarak çoğalıyor ve zenginleşiyorsak, bende kelimelerin yetersizliği içerisinde, elimden geldiğince biraz biraz duygularımı ifade etmeye çalışacağım. Hindistan çok renkli, çok deli bir yer. 21 gün gibi kısa bir süre dahi olsa, kendimden bu kadar farklı bir kültür ve toplum içinde var olmak, gerçekliğimi genişletti. Algılarım açıldı. Kendi sınırlarım içinde, koşullanmışlıklarım ve alışkanlıklarım içinde, önyargılarım ile, karşılaşma fırsatı buldum. Ve sınırlarım, bilinçaltım izin verdiği sürece, inanıyorum ki birazda olsa açıldı.
14 sene sonra, bir daha Hindistan. Artık içimdeki farkındalık içinde biraz olgunlaşmış bu yaşımda, biraz daha iyi gözlemleyebildiğimi, biraz daha an içinde orayı tadabildiğimi ve keşfettiğimi söyleyebilirim.
Bu yazıda, sadece kendi deneyim ve duygularımdan yola çıkarak beni etkileyen birkaç anımdan bahsetmek istiyorum. Bir gezi rehberi değilim, Hindistan kültürü hakkında uzman değilim. Sadece bir yogacı olarak, yaşadığım birkaç anı kaleme almaya çalışacağım.
Bütün yoksulluğa, kaos ve pisliğe rağmen, Hindistan çok renkli ve öğretici bir yer. Ve şunu söyleme gerekiğini duyuyorum, bize göre pis, onların gerçekliğinde doğal. Hindistan çok büyük bir kıta ve yaklaşık 1 milyar insanın yaşadığı çok kalabalık bir toplum. Dikkatimi çeken en önemli unsurlardan biri, bütün bu kaosluğun ve kalabalığın içinde, insanlar son derece sakin. Nasıl mı ? Mesela trafik tam bir facia. Kural yok gibi gözüküyor, trafik ışığı yok. Kutsal hayvanları inekler her yerde volta atıyorlar, bir ana caddenin göbeğine mesela yayılabiliyorlar. Bir ulaşım araçları olan tuk-tuklar, arabalar, bisikletliler, yayalar, yük araçları her yerde.Tam bir keşmekeş. Ve üstüne üstlük bu kaosa, mütemadiyen dinmeyen bir klakson sesi ekleniyor. Bütün bunlara rağmen, insanlar sakin, rahat. Bir tek kazaya denk gelmedim…Amritsar’da bindiğimiz bir tuk-tuk’da şöyle bir manzara hayal edin. 3 kişiyiz kahkalara büründük. Biraz sinir bozukluğundan kabul ediyorum. Ama bindiğimiz şoför sanırsınız ki hastayı hastaneye yetiştiriyor bir ambulans edası içinde. Hızlı ve susmayan bir klakson sesi bu hıza eşlik ediyor. Binmeden önce yorgunluktan uyuklayan ben, bir anda adrealin fırlaması içinde, güvenmekten ve teslimiyetten başka yol yok diyorum kahkalar içinde. Bir yoga yaklaşımı daha, olana olduğu gibi kabulü içinde teslim olmak. Körü körüne bir teslimiyet değil bu, olanın içinde gevşemeye araştırma teslimiyeti. Hayat düz değil. Keyif yanında, aslında çokca kaos var, acı var, üzüntü var. Mutluluğa o kadar endeksli yaşıyoruz ki, halbuki yaşam bir bütün, ve mutsuzluk da var. Mutsuzluğu ve acıyı bastırmaktan ziyade, acı ile yüzleşmek, o acı ile samimileşmek, ve kaynağına bakıp, olanı sadece tanımak ve yüzeye çıkmasına izin vermek, kendiliğinden beraberinde kabul, dönüşüm ve teslimiyeti getiriyor. Yani öfke olduğu yerde, hayır demekten ziyade , evet bugün öfkeliyim, evet bugün üzgünüm demek gibi. Çabasız bir çaba içinde.
Bir başka beni etkileyen olay. Dharamsala… Tibet halkı ve Tİbet budist rahibleri, Tibet’in Çin istilasından sonra, Dalai-Lama ve o zamanki Hindistan hükümetinin iyi ilişkileri içerisinde, havası ve toprağı ile kendi ülkelerine benzeyen, Himalaya eteklerinde Dharamsala’ya yerleşiyorlar. Dharamsala yolu diğer Hindistan yollarından dahi farklı : Yollar düzgün, levhalar var, ve 1800 metreye tırmanırken, inanılmaz bir doğa içine giriş yapıyorsunuz, Himalayanın görkemli, heybetli görünüşü içinde. Tertemiz ve huzur dolu bir yer. Çok tanıdık bir havası var benim için. Kendimi orda evde hissettim. Yukarı Dharamsala Mcleod Ganj’ın bir meydanında durmuş iken, sevgili arkadaşım Çiğdem ile, fotoğrafımızı çekmesi için bir budist rahibe ricada bulunduk. İyi ki öyle olmuş. Meğersem bu kişi bizim hediyemizmiş. Onunla beraber protesto yürüyüşüne katıldık. Çin’in gösterdiği züiumu protesto için kendini yakarak feda eden bir Tibetlinin ardından. Bu yürüyüş sakin ve barışcıl bir şekilde oldu. Amaç farkındalığı artırmak ve anmak içindi. Etrafta kayıt alan bazı yabancı basın mensupları vardı. 14 senedir Budist Rahib olan bu kişi ile sohbet etme imkanımız oldu. Kendinden vermenin önemi üzerine. En büyük mutluluğun aslında başkasını mutlu etmek olduğu üzerine…Ve bu kişi, ertesi gün Dalai-Lamanın konuşmasını dinlememiz için bize yardımcı olucağını söyledi. Düşünebiliyor musunuz, çok ender Dharamasala’da bulundan Dalai-Lama ile aynı zamanda ordayız. Ve konuşmasını dinleyebileceğiz. En büyük hayallerimden biriydi. Ve bu kişi Dalai-Lama’yı yakından görebilmemiz için bizi giriş yaptığı kapıya yakın bir yere götürdü onca kalabalık içinde. O kalabalığı göremeliydiniz. Yüzlerde ve gözlerde o hürmet ve sevgiyi. Dalai-Lama ile gözgöze geldim. Eminim, gözümde yaş. Bütün düynaya barış ve şefkat mesajı veren Dalai-Lama ile.
Varanasi, onca pisliğin içinde, en büyülü ve gizemli havaya sahip kutsal şehir, beni çok etkiledi. Çok gün geçirmedim. Ama 2 gün dahi bu şehrin mistic havasını koklamama yetti. Ganj nehri, Hint kültüründe kutsal nehir. Ve burda yıkanmak, veya öldükten sonra küllerinin nehre atılması, ruhların arınmasına yardımcı olduğu inançı var. Ayini tadabildik, ölülerin yakıldığı yerden geçebildik saygı ile. Hindistanda, kendilerini görünür olandan görünmez olan, bir bütüne teslimiyet ve adanmışlık var.
Bu yazı da son paylaşmak istediğim anım ile bitirmek istiyorum. Uzun süren tren yolculukları (12 saat, 15 saat) ve uçak yolculuklarından sonra, ve bu kadar kısa zamanda bu büyük kıtada bu kadar çok şehir gezmenin sonunda, ben hastalandım. Goa’ya hasta giriş yaptım. Ve inanılmaz yorgun bir beden ve yerleşen bir kuru öksürük içinde buldum kendimi. Dışarda 35 derecelik bir hava, çok yüksek bir nem içinde. Kendime hediye 3 gün boyunca ayurveda masajına gittim. Bana yapan çok az ingilizce bilen Hintli masajçı kadınla, birkaç kelime ile anlaşarak, daha çok gözlerimiz ile konuşarak. Ve paramın artık sona yaklaştığı son seansımda, benden alması gereken paranın çok daha altında bir meblağ aldı. Cümlesi bozuk ingizlizcesi ile şu oldu. Senin problemin yok olunca, benim probleminde yok olur, ve ben mutlu olurum…Daha ne diyeyim ki, gözümde minnet ifadesi ile teşekkür edebildim.
Çok şey hissettim, çok şey gözlemledim, ve an içinde uyumlanmaya çalıştım olduğu kadarı ile olana. Bu da yoganın bana yıllar içinde kazandırdığı bir yaklaşım….
NOT : Fotoğraflar fotoğrafçı yol arkadaşım Sedef Gürsu tarafından çekilmiştir.
Sevgiyle
27/10/2014
Comments